Gelenekçi, muhafazakâr ideolojinin temsilcileri ve soldaki uzantıları; her akşam bir, ikisi hariç neredeyse tümüyle tek elde toplanmış medya organlarında, görevleri gereği algı operasyonlarını sürdürmeye devam ediyor.
Kimisi siyasette, üniversitelerde ve bürokraside daha üst makam, mevki bekliyor, kimisi de parayla, maaşla ödüllendiriliyor.
Savundukları, kitlelerin zihinlerine aşılamaya çalıştıkları tezlerin hepsi akıldan, ciddiyetten, nezaketten yoksun. Bu tür dalkavukların çoğalması, aynı toplumun bir ferdi olarak üzüntü ve utanç veriyor. Ne yazık ki, eser hepimizin.
Ortadoğu bataklığında ve ülkemizde cirit atan etnik ve dini maskeli, küresel besleme terör örgütleriyle yandaşlarının yakın ilişkileri bilinmesine, tescillenmesine rağmen psikolojik savaşı en kaba haliyle sürdürmeye devam ediyorlar. Kendilerinden olmayanları, kendileri gibi düşünmeyenleri, hatalarını eleştirenleri bu devşirme yapılarla yan yana getirip işin içinden sıyrılma kurnazlıklarından medet umuyorlar.
Açıkça biliniyor ki; hedef kitle sol, sosyal demokrat kesim değil, etnik ve dinsel ayrımcılıkla diğerlerinden koparıp kemikleştirmeyi başardıkları taraftarlarıdır. Daha doğrusu; her koşulda, ne söyleseler doğru kabul edip peşlerinden sonsuza dek geleceklerini düşündükleri kesim.
Oysa bilinmelidir ki; ekonomik kriz dalga dalga, ayırmadan toplumun tüm kesimlerini vurmaktadır. Boş söylemler, aç insanların karınlarını artık doyurmayacaktır.
Çaresizlikleri, çırpınışları bundandır.
Talan edilmiş bir ülkeyi, kamplara bölünmüş toplumu kurtarmak için, “ Aynı gemide toplanma “ masalı artık çare değildir.
Vatan, millet gemisi artık bu tarafta. Emperyalizme, sömürgeciliğe, savaşlara ve işgallere karşı tam bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi bayrağı bu gemide dalgalanıyor.
Sorgusuz, sualsiz yapılan tüm yanlışlara ses çıkartılmaması, dayatmalara itaat edilmesi isteniyorsa, bu birlik, beraberliğe değil ancak felakete götürür.
1899’da, Amerika’da bir dergide yayınlanan ünlü bir makaleyi çoğumuz bir tarihte okumuşuzdur.
Amerika ve İspanya arasındaki savaşın bir aşamasında, İspanya sömürge ordusunu tecrit edebilmek için, Başkan Mc Kinley, isyancı, Küba’lı General Garcia’ya bir mektup göndermek ister. Yeri, yurdu bilinmeyen Garcia’ya mektubu götürmek üzere Teğmen Rowan görevlendirilir.
Teğmen Rowan; mektubu alıp yola koyulur, bin bir zorluk ve tehlikeyle geçen yolculuğun ardından gider, mektubu yerine ulaştırır ve geri döner.
* Garcia kimdir?
* Nerede bulunuyor?
* Oraya nasıl gidilir?
* Atla mı, trenle mi?
* Harcırahımı kim verecek?
* Arkadaşım Thomas ata daha iyi biner, onu gönderseniz olmaz mı?
* Eşim biraz rahatsız, hem bu hafta izin sırasındayım, demedi.
Şartsız, sualsiz itaati seven generaller bu hikâyeyi çok sever. Çoğaltıp karargâh ve birliklerine dağıtırlar. Madalyonun öbür yüzüyle ise hiç ilgilenmezler.
Oysa hikâyenin daha önemli bir yanı vardır. İnisiyatif kullanarak, özveride bulunarak, mazeretler üretmeden, akıl ve mantıkla başarıya daha kolay ulaşılabileceğidir.
Mutlak itaat; savaşlarda askerlikle ilgili bir konu olarak doğmuştur. Barışta orada da birçok şey şeffaf, sorgulanabilir olmalıdır. Hepimizi, tüm kurumları, askerleri de bağlayan çağdaş hukuk kurallarıdır.
Bugünün siyasetçilerine ve onların medya temsilcilerine de bu klasik hale gelmiş makaleyi sık sık hatırlatmak gerekiyor. Ancak madalyonun her iki yönünü de göstererek.
Siyasi partiler; itaat üzerine değil, bilim, akıl, demokrasi ve eleştiri özgürlüğü üzerine kurulmalıdır. Ülkede siyaset de aynı anlayışla yürütülmelidir. Başarısızlıkları bahanelerle örtmeye çalışmadan, çıkar gözetmeden, önyargılı olmadan, yalana, dolana sapmadan televizyon ekranlarında yapılacak açık oturumlar, hem izleyenlere hem de siyasilere yol gösterici olacaktır. Böylece aynı gemide buluşma olanağı da sağlanır.
Beni eleştirdin, benim gibi düşünmüyorsun, o halde aynı gemide değilsin, vatan hainisin gibi bir suçlama, ancak ülkelerine gerçekten ihanet eden baskıcı rejimlerde görülen bir anlayıştır.
Şöyle bir geriye, tarihe dönüp bakın, göreceksiniz.