Ekonominin gittikçe daraldığı bir noktada; üretim yerine borçlanarak, kamu mallarını satarak, ‘ Yap, işlet, devret ‘ mantığıyla yabancı sermayeyi daha fazla imtiyaz sahibi yaparak, tüketimi fütursuzca körükleyerek ayakta kalmaya çalışan bir kalkınma modeli artık tıkanma noktasına gelmiş bulunuyor.
Borcu borçla kapama kısırdöngüsünün çarkları, eğer önlem alınmazsa, radikal köklü dönüşümler yapılmazsa, bir süre sonra hepten duracak.
Sanayi, ticaret, turizm ve hizmet sektörleriyle, ülkemizi ve bölgemizi yakından ilgilendiren tarım ve hayvancılığın kronik hale gelmiş olan sorunları dağ gibi birikmiş durumda.
Kemalpaşa’daki, Menemen’deki, Manisa ve Aydın ovalarındaki küçük sanayici, esnaf, tarım ve hayvan üreticileri perişan durumda. Anadolu’nun iç ve doğu kesimleri daha da kötü.
Bunca sektörel ve yerel sorunlar varken siyaset yazmanın mantığını, büyük sanayiciye, küçük ve orta boy işletme ( KOBİ ) sahibine, turizmciye, tarım ve hayvan üreticisine yalın, inandırıcı ve uygun argümanlarla anlatabilmek oldukça zor.
Ne var ki; toplumun tüm sorunlarının düğüm noktası olan siyasetle ilgili, doğru analizler ve çözüm yolları üretmeye olan ihtiyaç her zamankinden daha fazla. Siyaset, toplumsal sorunların sihirli bir kaldıracı gibidir ancak doğru temeller üzerine kurulmalıdır. Kendine özgü işleyen kuralları, mantığı çok fazla zorlanmamalıdır.
Siyasette nasıl bir noktaya geldiğimizin hikâyesini, sabah, akşam anlatsak da; algı operasyonlarının ve bilgi kirliliğinin kıskacındaki toplumun her kesiminde aynı ortak paydaları, aynı bilinci yaratmamız mümkün olmuyor. Bu nedenle de, beklenen rasyonel siyasi değişimler bir çırpıda gerçekleşmiyor.
Kıyasıya verilen şahsi iktidar kavgaları, toplumu, “ Estonya Feribotu Sendromu “ örneğinde olduğu gibi dağılmaya, tükenişe doğru sürüklüyor.
Daha önce anlatmıştık, bir kez daha özetleyelim.
28 Eylül 1994’te, Baltık Denizi’nde, akıntının sürüklemesiyle kayalıklara çarpan, batmakta olan Estonya Feribotu; yolcuların çoğunluğunun, gemi kaptanının ‘ Sakin olun, tehlike yok ‘ söylemine uyup beklemeleri sonucu hazin bir şekilde batmış, 852 yolcu hayatını kaybetmiştir.
Her şey normal, iyiye gidiyor, merak etmeyin diyerek, yaklaşan toplumsal depremlerin hasarlarını önlemeyi vaat eden on altı yıllık bir iktidarla, gerekli hazırlıkları ve çalışmaları tam olarak yapmadan ‘ Bu defa TAMAM ‘ diye diye seçim üstüne seçim kaybeden muhalefetin elinde savrulan bir toplumun kaderi de farklı görünmüyor.
Şahsi çıkarlar ve hırslar üzerine verilen bir siyasi kavga yerine, toplumcu, eşitlikçi, özgürlükçü, bilimsel ve sınıfsal tahlillere dayalı bir yönetim anlayışına ihtiyaç var.
Her seçim yenilgisinin ardından dönüp dolaşıp; ayakta kalma mücadelesi veren esnafı, geçim derdiyle kıvranan işçiyi, köylüyü, işsizlikten çaresizliğe düşmüş gençleri, ay sonunu getiremeyen emekliyi suçlayan “ Mutlu azınlığın “, nispeten tuzu kuru “ Yarı aydınların “ öfkelenip tepinmeleri de boş bir hezeyandan öte gitmiyor.
Daha iyi yönetilmeyi isteyen toplumun tüm fertleri gibi, onların, özellikle de onların, seyredip eleştirmek yerine ellerini taşın altına koyması gerekiyor.
Bana necilik, vurdumduymazlık çare değil.
Yönü belirsiz, serseri bir kasırga, hiç beklemediğimiz bir anda her birimizi bir yerlere savurup atabilir.
Ya bizden sonrakiler !
Yalnızca bugünü, yalnızca kendimizi kurtararak yaşamak da yetmiyor. Dünya gittikçe kirleniyor. Bir gün göçüp giderek, çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız bir dünya için de kıyasıya mücadele etmek gerekiyor.
Zevkle okuyorum,insanlık ve ülke sorunlarına çözüm katkılarını ayakta alkışlıyorum.rnHerkesin motivasyonunun düştüğü anlarda itidali yitirmeden yazabilmek birikim ister.rnÖngörülerinin içi fevkalade dolu.rnAynı düşüncedeyim,rnKalemine,ömrüne bereket kardeşim...