15 yıl gibi uzun bir zamandır ülkeyi AKP yönetiyor. Genel hatlarıyla baktığımızda 1950’li yıllardan bun yana Sosyal Demokrat Sol ya kısa dönem iktidar olmuş ya da koalisyon dönemlerinin ortağı olarak iktidarda yer almıştır.
Muhafazakâr sağ partiler; küresel ve “ liberal “ politikalara daha yatkın. Yani, söylemde muhafazakâr, eylemde küreselci.
Adnan Menderes’le başlayan bu siyaset anlayışı ; Süleyman Demirel, Turgut Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’le devam etti. Necmettin Erbakan’ın “ milli “ politikalarını çok fazla gösterecek şansı olmadı. Bugün de AKP ( 2002’den bu yana ) benzer bir muhafazakâr çizgide yürümeye devam ediyor.
1950’lerden bu yana her ne kadar siyasette bürokratik ( askeri ) vesayet Kemalist, Cumhuriyetçi bir görünüm altında hükmünü sürdürmüş olsa da, gerek askeri darbe dönemlerinde, gerekse muhafazakâr sağ hükümetler döneminde siyasete yapılan açık ve örtülü müdahaleler daha çok devrimci, demokrat kesimlerin sindirilmesi, siyasetten tasfiyesi ile sonuçlanmıştır.
Bir anlamda askeri müdahaleler, yıpranan sağ iktidarların yenilenmesine, restore edilmesine yardımcı olmuştur.
Dış destekli operasyonlarla ve AKP-Cemaat işbirliği ile askerlerin siyasete müdahale gücü kırıldığı için 15 yıldır ülke aynı hükümet tarafından yönetilmeye devam ediyor. Halk ise algı yönlendirmesinin kıskacından kurtulamıyor. 2002’den sonraki bu değişim iç dinamiklerden çok dış destekli operasyonlara dayandırıldığı içindir ki, daha sağlıklı bir siyasi ortamın oluşturulamadığını, toplumsal dengelerin ve devlet yapısının daha çok bozulduğunu görüyoruz.
AKP; uzun yıllar iktidar olmanın yorgunluğu ve yıpranmışlığı içindedir. Kendisine bugüne kadar ekonomik ve siyasi destek veren oluşumların baskısı ve manipülasyonlarıyla karşı karşıyadır.
Ergenekon ve Balyoz kumpasları, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeler, altından kalkılması çok güç olan siyasi enkazlar bırakmıştır.
Öyle görünüyor ki, ortadaki enkazları temizleyecek yeni bir siyasi restorasyona ihtiyaç vardır.
Daha önceki örneklerine baktığımızda, yeni siyasi oluşumlar için hep dış kaynaklı plan ve projelerin devreye sokulduğunu görüyoruz.
Bu defa durum değişir mi ?
ABD’nin başını çektiği küresel ittifakın Ortadoğu ve Türkiye üzerine oynadığı politikalarında bir değişiklik yok. İçeriden topluma nasıl anlatılırsa anlatılsın, Türkiye küresel siyasetin dayatmaları ve ablukası altında yol arayışını sürdürmeye çalışıyor. Öte yanda ulusal bir ittifak zorunlu hale gelmişken, toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı politikalar ısrarla sürdürülmeye devam ediliyor. İktidar ve muhalefet partileri arasında bir diyalog, bir uzlaşma arayışı göremiyoruz. Bu da toplumsal gerilimi ve siyasi karamsarlığı her geçen gün biraz daha artırıyor.
Kısacası, ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlar birikerek ülkeyi yeni bir siyasi yapılanmaya doğru zorluyor. Ne var ki, bu değişimin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği henüz tam olarak belli değil.
Siyaset tam olarak yaz tatiline girmiş durumda. Ufuklara baktığımız zaman siyasette sis bulutlarından başka bir şey görünmüyor.
Toplum, en başta vekalet verdiği temsilcilerinden, bağrından çıkardığı aydınlarından, sivil toplum örgütlerinden, sendikalardan, derneklerden, basın ve medyadan tüm kısıtlamalara , engellere rağmen daha çok özveri ve hareket bekliyor.
Çok geç olmadan….