Yolumuzu şaşırdığımız, benliğimizi kaybettiğimiz anlarda tarih ; ufkumuzu, geleceğimizi aydınlatan en parlak ışıktır.
Yakın dünya tarihinin en belirgin izlerine baktığımız zaman, her yönüyle gelişmiş olan ülkelerin dinde ve toplumsal yaşamın her alanında köklü, kalıcı yeniliklerle bu seviyelere geldiklerini görürüz. Bu yeniliklerin ivme kazanıp yeni, çağdaş bir evreye geçildiği tarih olarak ta, 15. Ve 16. yüzyıllarda Avrupa’da gerçekleşen Rönesans ve Reform dönemleri gösterilir.
Hatırlayalım.
Ne gibi değişimler olmuştur, Rönesans ve Reform dönüşümleri ile?
Gemicilik sanatının ilerlemesi sonucu hızlanan coğrafi keşifler ve öne çıkan dünya ticareti burjuva sınıfını ortaya çıkarırken, toprağa ve dine dayalı egemenliklerin sürdüğü feodal toplum düzenleri de temellerinden sarsılmaya başlamıştı. Dönemin aydınları; keşfedilen dünyayı, farklı kültür ve medeniyetleri, farklı yaşam biçimlerini, bilim, edebiyat ve güzel sanatlar alanlarındaki büyük gelişmeleri, yozlaşmış ve toplumsal bir hastalığa dönüşmüş rahipler heğemonyası altındaki din anlayışını, çürüyen mutlak monarşiyi toplumlarının gündemine taşıdılar.
Şüphesiz matbaanın bulunması da bu çabalara ve değişimlere hız kazandırdı.
Avrupa’yı ve tüm insanlığı sarsan bu değişim rüzgârları, 1789 Fransız Devrimi’ne öncülük eden burjuvaziyi hakim bir sınıf haline getirdi. Aynı zamanda, daha önce olmayan özgürlük, eşitlik, adalet, hukukun üstünlüğü, akıl ve bilim, hoşgörü gibi kavramlara dayalı bir yaşam felsefesi de benimsendi, yaygınlaştı. Bu yaşam felsefesine dayanarak geleceklerini kuran toplumlar, ekonomiden siyasete, sosyal yaşamın her alanına uzanan devlet düzenlerini kurup zenginleşirken, diğerleri geri kalmışlığın pençesinden kurtulamadılar.
20. yüzyıla girerken tekelleşip gerici, asalak, saldırgan bir hale, küresel bir zorbaya dönüşen burjuvazi, bir zamanlar öncüsü olduğu çağdaş, özgürlükçü düşünceleri bir kenara iterek tarihin akışını tersine çevirme yoluna koyuldu. Buğün, dünya çapındaki sömürüyü, düşmanlıkları ve savaşları artırarak yayma, yeryüzünü bir cehenneme çevirme konusunda dev adımlarla ilerliyor.
Ne var ki ; gün ışığına çıkan eşitlik, özgürlük, adalet gibi çağdaş değerlere dayalı bir yaşam felsefesi, bu uğurda verilen özgürlük mücadeleleri ile daha da geliştirilerek günümüze kadar uzandı. Ancak; küresel işgal altındaki dünyada bu değerler tehdit ve tehlike altında olmaya devam ediyor. Algıları yönetmenin ön planda olduğu, savaş ve terör destekli operasyonların kuşatması altındayız. Ülkelerin kendi içlerindeki bölünmüş toplumsal yapıları birleştirmekten, diğer ülke halklarıyla birlikte küresel bir mücadeleye yönelmekten başka çare gözükmüyor. Gelişmiş batı ülkelerinin halkları, zorlu mücadelelerle kazandıkları haklarını, değerlerini ve yaşam felsefelerini koruma konusunda tüm olumsuzluklara rağmen bizlerden birkaç adım önde daha bilinçli, daha örgütlü olarak yürümeye devam ediyor.
Biz bu işin neresindeyiz?
Ülkede cumhuriyetle başlayan ‘ Rönesans ‘, 1950’li yıllardan başlayarak sona erdirildi. O günlerden bu yana da kişiliğini, kimliğini arayan toplum, esen olumsuz siyaset rüzgârlarıyla bir o yana, bir bu yana savruldu. Daha oluşumunu tamamlayıp demokrasiye tam olarak geçemeyen, eşitlik, özgürlük, adalet fikirlerini içselleştiremeyen ulus devlet yapısı, küresel saldırıların etkisiyle yaralar alıp sarsılırken, toplumsal ortak paydalar, değerler de erozyona uğradı. Ortak sorunlarımızı birlikte göğüsleyip, el birliği, güç birliği ile bizleri refaha ulaştırıp daha mutlu yaşamamızı sağlayacak bir yaşam felsefesi edinemedik. Küçük, bireysel çıkarlar dünyasının labirentlerinde, kör karanlıklarda kaldık. Daha doğrusu bırakıldık.
Bugün, kötü yöneticilerin elinde aşağılanarak yerden yere vurulan bu çağdaş değerler ve körüklenen batı düşmanlığı, toplumun tüm sağlıklı gelişme dinamiklerini yok ederek, siyaset alanını küçük şahsi çıkarların ön plana geçtiği, ilkel güdülerle yönetilen bir yörüngeye doğru sürüklüyor. Cumhuriyet yerine Osmanlılık, lâiklik yerine dini referanslar ve kurallarla yönetilen Arap diktatörlükleri özendirilip, dayatılmaya çalışılıyor. Her yanımızda sahte, hayali düşmanlar yaratılıyor. Bir çırpıda savaş, düşmanlık çığırtkanlıkları yapanların yanında saf tutuyoruz. Oysa düşman; insanlığın yüzyıllar boyunca verdiği ortak mücadelelerle kazandığı çağdaş değerler, batı toplumlarının halkları değil, bu değerlere savaş açan, onları da, bizleri de yönetmek için her yolu deneyen küresel canavarlardır.
Uyanıp kendimize gelmemiz için, hurafelerin yerini aklın ve bilimin, kavganın yerini barışın, öfkenin ve kinin yerini hoşgörü ve sevginin, ayrımcılığın yerini uzlaşmanın, siyah- beyazın yerini ara renk tonlarının, toplumsal gerçeklerden kaçmanın yerini yüzleşmenin, empatinin, özeleştirinin aldığı bir yaşam felsefesine dönmemiz gerekiyor.
Hem de daha fazla geç kalmadan.