Dünyanın karanlık bir meçhule doğru savrulduğu günlerdeyiz. Eskiye, geçmişe dair güzellikler bir bir yok oldu.
İyilikler azaldı, kötülükler çoğalıyor gittikçe; aşa, işe, sevgiye dönük ne varsa.
Son zamanlarda, doyumsuz insanoğlu açgözlülükle kendini ve dünyayı tüketirken, başka diyarlarda arar oldu kaybettiği mutluluğu, huzuru.
Her şeyi bırakıp kaçma, uzaklaşma sevdaları yayılıyor sosyal medyada.
Terk edip gitme türküleri dolaşıyor dillerde.
''Ya sev, ya terk et'' diyor, içimizden birileri.
Mümkün olsaydı gitmek, uzaklara, çok uzaklara…
Alacakaranlıklar içine dalıp, umut ve umutsuzluğun rüzgârlarında bir yol ararken, limandan ayrılmak üzere olan bir gemiye binip sessizce uzaklaşmak…
Geçit vermeyen dağların kuytuluklarına sığınıp, yıllarca, tek başına avare dolaşmak…
Mutluluğu her mevsim başka bir diyarda arayan göçmen kuşların kanadında, sıcak, sımsıcak iklimlere doğru uçup gitmek…
Denizlere dökülüp karışan suların peşinde sonsuzluğa doğru kaybolmak…
Yakıcı yaz güneşinden kaçıp, bozkırda, çiçekleri ve yaprakları hiç solmayan efsane bir yaban ağacının gölgesine sığınmak…
Issız ve cömertliği sınırsız bir adada bir ömür geçirmek…
Bulutların üzerine çıkıp yeni dünyalar aramak…
Nasıl olurdu, kim bilir?
Bu diyarlarda hepten yitirdiğini sandığı mutluluğu, uzak, başka diyarlarda arayan mitoloji kuşlarının “ Zümrüd-ü Anka “ hayâli bir gün gerçek olur muydu?
Bilinmez…
Bir anlık umudun fırtınalarına kapılıp, nice ömürler yitip gitmiştir bu hayâl aleminde.
Sessizce güneşin yeniden doğuşunu bekleyen ne sabırlar tükenmiştir bu yollarda.
Gitmek, uzaklara, çok uzaklara, bir daha dönmemek …
Mümkün müdür?
Geride kalanları, su gibi geçip gitmiş olan yılların sislerine gizlenmiş anıları, üzüntüleri, sevinçleri, oya gibi işlenmiş umutları, çaresizlikleri bir çırpıda terk edip gitmek, bir puslu meçhule doğru yol almak…
Gidip de dönmeyen var mıdır, kim bilir?
Bir acayip tutkudur gitmek, akla ziyan. Çaresiz gidip de dönülmeyen tek yer sonsuzluktur, ecel geldiğinde.
“ Aslolan kalmaktır, teslim olmamaktır “ diyor, gidip de yolun yarısından pişman dönenler.
Umuda giden gurbetçiler, çaresiz geri dönüyor bir gün, geride bırakılanların hasretiyle, geçip gitmiş yılların burukluğuyla yaralı.
Kalanlar, gidenlerin özlemiyle yanık.
Gitmeyin!
Çaresiz değilsiniz.
Bu dünya, bu ülke, bu topraklar sizin, bizim, hepimizin.
Nazım’ın şiirindeki gibi:
''Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…''
Off offf gitmiyoruz zaten, düzeltmeye de gücümüz yetmiyor, kimseye de laf anlatamıyoruz , tek bir yaşamımızın olduğu bu dünyada keşke bu ülkede dünyaya gelmeseymidik acep düşünmeden edemiyorum.Menderesin bebek ,köpek davası,darbelerin baskıları,Demire'lin sonu getirilmeyen temel atmaları, Öza'lın tarikatları pohpohlaması ,papatyaları, Şimdi de ,aldatılmalar ,kandırılmalar insan gibi yaşayacağımız bir ortamda bulunamadan ölüp gideceğiz. Benim yaşayacağı ülkeleri seçen tanıdıklarım hiç de pişman değil,Ka*** ömürlerini adaletin ,hukukun,insanlığın,medeniyetin vs.vs. olduğu ülkelerde geçiriyorlar, pişman da değiller.Cahilin çok olduğu ülkelerde kalmaya devam etmek;şizofren ,alkolik ,kumarbaz bir kocayı düzelteceğim diye uğraşırken ömrünün heba olmasına benzer.Ne koca düzelir nede sen insan gibi yaşamışsındır ölür gidersin.Bazen ülkeleri de boşayabilmek gerekir,:)) Senin yazını okuyunca yüreğimden bunlar döküldü. Çok güzel bir yazı,biz yılgınları biraz ,umutsuzluktan kurtarır belki!!!