Yetmiş yıla yakın bir süredir ülkeyi gelenekçi, sağ partiler yönetiyor. Ondan öncesi cumhuriyetin ve yeni devletin kuruluş evresine denk düşen, topyekûn kurtuluş ve yeniden doğuş dönemini oluşturuyor. Bu dönem; doğruları ve yanlışları ile ayrıca değerlendirilmesi gereken, kendine özgü koşulları olan bir tarih kesitidir.
Demokrat Parti ile başlayan gelenekçi sağ siyaset, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen yeni dünya düzeni ile paralel ve ona entegre olarak, güncellenerek devam ediyor.
Demokrat Parti’nin ardından iktidara gelen Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi; şeklen farklılıklar gösterseler de özde aynı “ Liberal, muhafazakâr “ çizgiyi devam ettirdiler. Askeri darbelerle, ara dönem hükümetleri ve koalisyonlar da genel anlamda farklı bir siyaset izlemediler.
Küresel dünya siyasetine bağımlı olarak yürütülen politikaların en temel özelliği; toplumsal muhalefetin güçlü olduğu dönemlerde bir adım ileri gider gibi görünüp, toplumun bölünüp dağıtıldığı, baskılandığı dönemlerde iki adım geriye doğru dönüş olmuştur.
Geleneksel, etnik ve dinsel motiflerin, popülizmin üzerine kurulu algı operasyonları ile yürütülen siyasetin görünmeyen ( Ya da gizlenen ) derinliklerinde toplumsal değil, bireysel ekonomik ve siyasi çıkarların ön planda olduğu, paylaşıldığı oluşumlar gerçekleştirilmektedir. Yandaşların ve ailelerin ekonomik rant yoluyla zenginleştirildiği, bakanlıkların, milletvekilliklerinin, belediye başkanlıklarının ve üst düzey devlet kadrolarının paylaştırıldığı bir yarışın içinde toplum ve toplumsal politikalar neredeyse tamamen rafa kaldırıldı.
Siyasetin öteki yüzünde, yönetilenler cephesinde ise durum, siyaset cephesindeki oluşumların rüzgârlarında sürüklenmekten ibarettir.
Toplumun çoğunluğu, siyasette oynanan oyunların, entrikaların gerçek yüzünü görememekte, salt sağduyusu ve duygularıyla her seferinde ortaya çıkan “ Yeni “ siyasi oluşumları deneme kısırdöngüsünü yaşamaktadır. Ekonomik ve siyasi yaşam koşulları daraldıkça toplumsal bilinç ve sağduyu körelmekte, bireysel, günübirlik çıkarlardan biraz daha fazla pay alabilme, milli ve dini duyguların peşine düşme eğilimi güçlenmektedir.
Bu genel tablo içinde gelenekçi sağ tabanın varlıklı, iyi eğitimli elit kesimi iktidar olmanın ekonomik ve siyasi rantını paylaştığı için iktidarda olan partiye sıkı sıkıya bağlıdır. Geri kalan taban kitle ise etnik, dinsel ve geleneksel ayrımcılığın sonuna kadar körüklenmesi, kışkırtılması yoluyla bir arada tutulmaktadır.
Sol, örgütsüz ve paramparçadır. Her biri adeta “ Diğerini iktidar yapmamak, sol tabanı birleştirmemek misyonunu “ üstlenmiştir. Parlamentoya giren soldaki partilerde dağıtılacak tek şey milletvekillikleri, belediye başkanlıkları ve buralara gidişin basamağı olan parti il ve ilçe yöneticilikleridir. Bu amaçlarla da gereğinden fazla kavga yapılmakta, ülke ve toplum idealleri bir kenara itilmektedir.
Sol, Sosyal demokrat, Kemalist, nispeten eğitimli, ekonomik olarak daha iyi durumda olan toplumun orta ve üst kesimlerindeki önemlice bir kitlede ise, kendisini “ Siyasetin üstünde ve dışında “ görme, herhangi bir siyasi parti ve dernek faaliyetine karışmama ama daha iyi yönetilme konusunda herkesten çok söz sahibi olma duyarsızlıkları devam etmektedir. Bu da dağınıklığın başka bir yönüdür.
Sendikalar, dernekler, meslek kuruluşları ve üniversitelerin siyasette ve toplumda çözümler üretme, denge unsuru olma özellikleri ortadan kaldırılmıştır.
Toplumun azınlıkta kalan yurtsever, aydın kesimlerinin çabaları, çığlıkları ise bölünüp parçalanmakta, bu kaos ortamında kaybolmaktadır.
Ekonomik refahın ( Adil üretim ve paylaşımın ) ve özgürlüklerin yüksek düzeyde olduğu toplumlarda, hem yönetenler, hem de yönetilenler karşılıklı olarak birbirlerini denetleyip güçlendirirler. Siyaset; toplumun refah ve mutluluğunun motoru, kaldıracıdır. Refahın yaygınlaştırılması, özgürlüklerin genişletilmesi ile toplumsal sorunlar daha kolay çözüme kavuşturulur. Bu yönde adımlar atacak olan ise siyaset kurumudur, siyasi iktidarlardır.
Toplum sorunlarının birikip içinden çıkılamaz hale gelmesi; hem siyasette hem de toplumda olumsuz, aksi yönde bir gidişe, bir çıkmaza, bir çöküşe işaret etmektedir.
Dünyadaki, bölgemizdeki ve ülkemizdeki gelişmelerden şu ya da bu şekilde etkilenmesi kaçınılmaz olan her bireyin “ Daha iyi yönetilme, daha iyi koşullarda yaşama “ hakkına kavuşması için, sabah, akşam eleştiriye değil, çözümlere çarelere yönelmesi ortak bir sorumluluktur.
Konfüçyüs şöyle diyor :
“ KARANLIĞA KÜFREDECEĞİNE BİR MUM YAK “